Osmanlı Türkçesi Edebiyatı – 13.-14. Yüzyıllar

Osmanlı Türkçesi Edebiyatı – 13. Yüzyıl

*On üçüncü yüzyılda karşılaştığımız simâların başında, eserlerinde yer yer Türkçe kelimelere ve mülemmâlara yer veren Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (1207-1273) görülmektedir.
Bunu tâkiben oğlu Sultan Veled’in (1226-1312) Türkçe manzûmeler yazması, ayrıca hakkında pek fazla bilgi bulunmayan, Behâeddîn Veled’in talebelerinden olduğu söylenen Ahmed Fakih’in, dünyanın geçici ve rüya olduğunu konu edinen 83 beyitlik Çarhnâmesi ile Evsâf-ül-Mesâcid adlı mesnevîleri, bu asırda zikredilmesi gereken eserlerin başında gelmektedir. Şeyyâd Hamza ise ilk defa Yusuf ile Zeliha mesnevîsini vermek ve dinî şiirler yazmakla bu asrın bir başka simâsıdır. Ayrıca 79 beyti bulunan Dâsıtan-ı Sultan Mahmud adlı mesnevîsi zikre değer bir eserdir. Diğer yandan tasavvufî ve dînî konuları işlemekle birlikte İran şiir hususiyetini taşıyan, gazellerinde mazmunlara yer vererek Klâsik Edebiyâtın temelini ve nüvesini teşkil eden ve Divan Şiirinin ilk temsilcisi sayılan Hoca Dehhânî, bu asrın kayda değer şâirlerindendir.
*Yine bu yüzyılda Seyyid Battal Gazi’nin hayatını ele alan Battalnâme ile Danişmend Ahmed Gâzi etrafında teşekkül eden destanî eser Dânişmendnâme yazıya geçirilmiştir ve Hoca Nasreddin ise (1208-1284) keskin zekâsıyla asrı süslemiştir.
*Yunus Emre (1204-1320) ise 13. asrın ikinci yarısı ile 14. yüzyıla taşan, yalnız devrinin değil, her zaman ve her yerde kendisini kabul ettiren, edebiyatımızın en büyük şâirlerinden biridir. Bize yadigâr olarak bıraktığı, dili pek açık ve anlaşılır olan Dîvan’ına bakılırsa, onun, tahsilli, İslâmî ilimlere vâkıf bir Türk dervişi olduğu, pek çok yerleri dolaştığı kanaatine varılır. Risâletü’n-Nushiyye adlı ikinci eseri öğretici (didaktik) bir mesnevî olup, 573 beyit ihtiva etmektedir. O, en çok, eserlerinde ilahî aşkı, varlık-yoklukla hayat ve ölümü işlemiştir. Bilhassa ölüm temasını onun kadar içli ve samimi işleyen şâir pek azdır. Yalnız kendisinden sonra bazı Yunuslar ortaya çıkmış ve şiirleri onlarınkiyle karıştırılmıştır. Bunlar içinde, Âşık Yunus ve Derviş Yunus başta gelmektedir.
*On üçüncü yüzyılın bir başka eseri, Şeyyâd İsâ’nın 343 beyti ihtivâ eden Ahvâl-i Kıyâmet adlı mesnevîsidir. Bütün bunlara ilave olarak Şeyh Sanan’ı anlatan Şeyh Abdurrezzak Destanı’nı belirtmek gerekir.

Osmanlı Türkçesi Edebiyatı – 14. Yüzyıl

*On dördüncü yüzyılda, on üçüncü asra nispetle eserlerin bir hayli çoğaldığı görülür. Konuda ve türde çeşitlilik artmış, bu yüzyılda artık edebiyatımızda Yunus’tan sonra başka divanlar da görülmeye başlamıştır. Bilhassa mesnevî vâdisinde yazılan eserler bu devrin edebî hareketine çeşitlilik kazandırmışlar ve canlılık getirmişlerdir. Gerçekte bu yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatının kuruluş çağıdır. Dînî-tasavvufî, ahlâkî konular dışında eser veren şâirler çoğalmış ve din dışı mesnevîler bir hayli fazla yazılmıştır. Manzum aşk ve mâcera hikâyeciliğine yer verilmesi, mesnevî tarzının gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu fikirden hareket edersek Klâsik Türk Edebiyâtı, dîvânla değil mesnevîyle başlamıştır denilebilir. Çünkü pek çok mesnevînin yanında görülen dîvânlar çok azdır. Yunus Emre eserleriyle bu asra da taşmıştır. 1307 yılında yazdığı 562 beyti bulan Risâletü’n-Nushiyye’si asrın ilk mesnevîsi olarak karşımıza çıkar. Yalnız bâzı mesnevîlerin gazellere yer vermeleri belki dîvânların ortaya çıkmasında bir basamak teşkil etmiş olabilir. Dînî-destânî mesnevîler edebî ve ilmî mâhiyetteki mesnevîlere nispetle daha fazla görülür. Fakat bâzı mesnevîlerin, başta Hurşidnâme olmak üzere bir siyâset kitabı hüviyetinde oldukları da bir gerçektir.
*14. yüzyılda yazılan mesnevîlerin sayısı, ele geçmeyenler hâriç, elli sekizi bulmaktadır.
*Bu mesnevîlerden bâzıları beyler adına yazılmıştır. Bunlardan; Kastamonulu Şâzi’nin Maktel-i Hüseyn’i, Candarlı hükümdarı Celâleddîn Şah Bayezid’e (ölm. 1385); Kemaloğlu İsmâil’in Ferâhnâme’si Mîr Gâzi’ye, Tabiatnâme Aydınoğlu Umur Bey’e (1309-1348) sunulmuştur. Fakat asrın iki büyük mesnevîsi, her ne kadar Germiyan sahasında yazılmışsa da, Osmanlı sarayına intisap eden şâirler tarafından Osmanlı hükümdârlarına sunulmuştur. Bunlardan biri Şeyhoğlu Mustafa’nın yazdığı Hurşidnâme olup, Yıldırım Bayezid Hana sunulmuştur. Diğeriyse Germiyan beyi Süleyman Şah adına yazılmaya başlanmış, fakat Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’a (1402-1410) sunulmuş olan, arkasında büyük bir Osmanlı Târihi’ne de yer veren Ahmedî’nin İskendernâme’sidir. Yine devrin siyâsetnâmeleri arasında mühim mevkii olan ve Şeyhoğlu Mustafa tarafından yazılan Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ adlı eser, önceleri Germiyan sonraları Osmanlı sarayında vazife gören Paşa Ağa bin Hoca Paşaya sunulmuştur. Bu eser ihtivâ ettiği manzûmelere bakılınca kısmen bir tezkire hüviyetine sâhiptir.
*Bu yüzyılda Türkçecilik şuuruyla karşılaşılmaktadır. Şâirlerin hemen hepsi bu açıdan eserlerini vermeye çalışırlar. Onlar yepyeni bir edebiyat vücuda getirirken asrın Türkçecilik cereyanı içine ister istemez girmişler ve Türkçe hakkında, eserlerinde, çeşitli görüşlere yer vermişlerdir. Bu itibarla Anadolu’da bir millî edebiyat çağının açılmasında rol oynamışlar ve millete değer vererek, kalıcı eserler bırakmayı başarmışlardır.